Davíð Þór Jónsson
Sabah kalktığımda içimde bir huzursuzluk vardı zaten... Bir gün evvel; aynı saatte sorunsuzca uyanmış olmama imrenip, 20 dakka geç uyandığımın farkına varınca kalktım yataktan ve tabii giyinerek aşağı indim... Okul servisi geldiğinde, servise binerken tanıdık birilerini aradığımı söyleyemeyeceğim. En azından; elimde tuttuğum Svevo kitabını artık okumak istiyordum. Yurt kaotik ve ben bu kaotizmin içerisinde sıkılıyorum, ama sıkılmakta fayda etmiyor, serviste yine beyin ütülemeler; hızlıca konuşmalar ve tabii varış... Servis, okulun önünde durduğunda; öğrenci kimliğimi kaybetmiş bir şapşal olarak, adama yurt kimliğimi gösterdiğimdeki tedirginliğim herhalde son zamanlarda hayatıma giren tek atraksiyon. Gün başlıyor; İnglizce görmenin ağırlığı üzerimde, pencereden de bakamıyorum. Şapşalım; sırtımı pencereye dönmüşüm, oturduğum yerin yanına koyduğum Svevo kitabı da benimle seyyah hala; ben ona dolaylı yollardan öğretiyorum...Ve ardından 2 ders sonunda, yine yemekhane; yine Elephant' tan sahneler dönüp dolanıyor;
"acaba bu UGG botlu kızlar da, yediklerini gidip tuvalette kusuyor mu?"
(acaba bi gün okulda katliam yapacak potansiyel insanlarla tokalaştım mı?)
3. ders başladığında kaçamak uyukluyorum; öğle arasından kalma Bull In the Heater ve ismini hatırlamak için her şeyimi vereceğim o şey zihnimde, sadece bana özel yankılanıyor. Sonraki dersi de iteleye iteleye bitiyor okuldaki günüm...
...
İşte bundan sonrası; benim aslında "hiçkimse" ile "aptal" olmam arasında şekillenen bir pasaj...
Evet aynen böyle. Hocanın "ders bitti" demesinden sadece bir kaç saniye sonra "Iron and Wine" dinlemek istediğimi farkedip elimi MP3 player a atıyor, şarkıyı buluyorum. İç mekanda işim bitiyor artık. Okuldan çıktığımda; Eugene Hutz' un Everything Is Illuminated' da neden oynadığını düşündürüyor bana Kuştepe; Interpol açıyor, gelen geçene bakıyorum. Anlamadan... Mete geçiyor; Mete ile konuşurken başlıyor o tekleme... Tekliyorum gerçekten de; Sanki, Mete ile hayatın anlamı üzerine filan konuşmam gerekiyormuş gibi geliyor. Oysaki; Antakya da bile bu kadar çok görmüyordum onu... Farkına varıyor Mete "hiçkimseliğimin" ve gidiyor. Interpol devam ederken; öğlenleyin unuttuğum sahneleri düşünüyorum... İsmini bilmediğim fakat güzel olduğunu düşündüğüm arabalarla geçiyor insanlar. Hala mana veremiyorum hiç bi şeye, değer verdiğim tek şey kulağımdaki sesler oluyor ve durduğunu farkediyorum onların da. Hayır hakikaten durmuyorlar! Araba çarparcasına geçiyor ve insanlar benim neden 10 metrekare çevremde kimse yok anlıyor galiba...
Neyse; çok sıkıntılı bir vücut dilim varki herhalde; beni tanıdığına kanaat ettiğim insanlar da geçerken sadece el sallıyor... Belki bir şeyler söylüyordurlar ama duymuyorum. Uykusuz kalmışım. Ama safi bunla alakalı değil. Karşıdan yurdun servisi geliyor...
The New' i iki kere işittim bu kadar geç kalmış olamazsın ulan!!
Bu gün küçük servis göndermişler. Tıkışıyoruz; arka kapıya doğru geçtiğimde "Bebeğim oldun daha ilk günden" naralarını işitince hemen tekrar "play" e basıyorum. James' i ne zaman açtığımı bile bilmiyordum halbuki; James çalıyor... James çalarken, kapının boşluğunda olduğumu fark edip çömeliyorum; kıçım açıldı galiba diye düşünüp tekrar ayağa kalktım mı bilmiyorum ama kıçım üşüyor... James bitiyor, sonunda Svevo yu okumaya başlıyorum. Tezer Özlü' yü düşünüyorum. Tezer Özlü' nün neden 1990 yılında doğmamış olduğunu sorgularken gözkapaklarımı gevşettiğimi fark ediyorum. Ve ardından nedense kapı açılıyor...
Üstüme gelen insanlar Çocukluğun Soğuk Geceleri' ndeki akıl hastanelerinden mi?! Yoksa onlar Paris'teki günlerden mi Tezer?!
O anda da aynı şekilde tekliyordum... Kapının açılma sebebini anlayamadım ama bir sürü insanın çıktığını gördüm... Evet serviste oturacak yeri olmayan; yerde çömelen tek çocukta bendim zira! Ama yanılıyorsunuz, bir kardeşim var. Fakat bunu sorana kadar yalnızdım...
Mario'ya acırcasına anlatıyor Svevo; dinlemiyorum hiç bir şey! Size gerçekten bu konuda yemin edebilirim. Hiç bir şey dinlemiyordum! Sebebini biliyordum, ama onunla yüzleşmem için zaman geçmeliydi; trafik bitmeliydi... Evet odaya geliyorum; agresifçe bastığımı düşündüğüm klavye tuşları sonunda, bir kaç dakika okuldan internete girdiğimde bulduğum bunu bana bahşediyor tekrar... Evet galiba sendelemem bu yüzdendi. Tekliyorum. Ama; Ballad Broken Heart yüzünden. Gelmeden tedirgin etti...
Kaydı yok bunun, ama Davíð Þór Jónsson' ın myspace indeki piyano notalarına bir göz atın...
0 Kişi Yaladı :
Yorum Gönder