Diamanda Galas - The Divine Punishment (1986)
O loş ışıklı restoranlarda görünce insanları, öyle bir kayboluyorum ki gerçek dünyamdan.. amansızlaşıyor herşey beynimde. "Neden bende giremiyorum öyle yerelere yada şık lokantalara" düşüncesi değil bu. "Ne diye gireyim ki" düşünceside değil.. Düpedüz acaipleşiyorum işte. Kıyafetini bile beğenmeyip seni içeriye almayan bir konsept hakim. Şakadan öte mi ? Yoksa sınıfsal farkları bire bir göstermek için özellikle yapılmış bir davranış biçimi mi ?. Apayrı bir boyut orası. Çocukkenden beri hep o boyalı ekranda gördüğümüz ve nedense kanal değiştiremediğimiz mekanların yanından geçerken hep şöyle bir bakarım dikkatlice.. İçerdekilerin rahat ve güngörmüşvari olan hal ve tavırlarına, mimiklerine, ne yediklerine, nasıl bir şey olduklarına, oturdukları sandelyelerin tasarımına, garsonların onlara hizmet ederken ki disiplin kokan oyunculuklarına.. ve daha onlarca şeye. Evet, gayet kısa süre içinde bakarım o kadar şeye. Bilirsiniz bazı şeyler için bir kaç saniye bile yeterlidir. Oranın kapısında öylece durmanıza gerek yoktur. Dışarıdakiler daha farkındadır herşeyin.. ve yüzlerce insanın yardıma ihtiyacı olduğunun. Maddiyat yüzünden elinden bir şey gelmediği için, içinin kanadığını her gün hisseder.. ve yüzlerce kat daha merhametlidirler içerdekilerden. Yedikleri o miktiriboktan şeylere o kadar çok para verirler ki, bu sadece o güne mahsustur. Ayda, yılda ne edicektir o paralar umursamazlar. Paraları her yerdedir çünki. O aynalı güneş gözlükleriyle dahada küstahlaşırlar dışardakilere karşı. Bakakalırız sadece. Hiç bir şey yapamadan, söyleyemeden ama bolca söylenerek.. Ve hep içeride yine dışarıdakilerin pek dinlemediği ama içeridekilerin de ne denli dinlediği belirsiz olan Jazz yada Klasik müzikler çalmaktadır. Ayrıca neden hep Jazz dinleyenler genelde içerdekiler gibi anılır. Neden hep onlar gider o tür konserlere yada neden o türde şeyler çağırırlar yaptıkları partilerine. Elit dediğimiz kesimin ant içerken listede olan bir unsurmudur Jazz. Misal, neden bizim gittiğimiz yerlerde çalan şarkılar, türküler orada hiç çalmamakta hatta kaka gözüyle bakılmaktadır. Çok mu kekoyuzdur onlara göre, yoksa biz mi farkında değilizdir bunlara ? Bunca anlatımdan sonra anlatılmak istenilen içerdekilerin hayatta en kaka insanlar olduklarımıdır yoksa ? "Keeşke çook param olsaydı da herkese maddi destek sağlasaydım"cılıklarımız ne zaman gerçekleşicek hiç bilemezken, gerçek hayatın alabildiğine olan tozlu havasınıda ciğerlerimize çekip, karşı ki dağları yıkarcasına bir OF çekmekte yine bize kalıyorken, bir bok istemediğime de emin oluyordum..
Git, git, git.. gidebildiğin kadar + öpücük.
Durun! Bu albüm çok ağır. "Dead Can Dance" vokalisti "Lisa Gerrard"ın sesiyle yaptığı Bass seslerden hani. Piano var, yer yer çok basslaşan ses oynamaları da, Fransızca söylemler de. Kimini tokatlıyacak, kimine yüz ton gelecektir. Yunan uyruklu ailenin Amerika doğumlusu.
0 Kişi Yaladı :
Yorum Gönder