Az önce uyandığımda 06:30 bile yoktu. Oysaki, gece yatmadan önce yorgunluktan hissettiğim belimin zor tutması ve aşırı yoğun bir iş temposu yaşadığım Cumartesi gecesi ateşi bile bana fazlaydı.. En azından biraz daha fazla uyuma isteğim vardı 23:30'da yatmama rağmen. Ama uyuyamıyor, uyuyamıyor, uyayamıyorum. Alışkanlıktan olsa gerek aynı saatte kalkma durumlarımız. Ayrıca sevmiyorum uyumayı, uyuyupta öğlen kalkmayı, koca günün yarısını bitirmeyi. Hiç bir şey yapmadan hemde. Hiç bana göre değil. Gece geç de yatsam, sabaha erkenden uyanıyorum yine. Herneyse, iyice uzattığımın farkındayım..
Uyanmamın saniye öncesi şöyle bir konuşma duydum rüyamda. Tanımadığım bir kadın telefonda birine anlatıyordu. "Ohoo çoktan başladı bayram, 8'de başladı ve hemen kasnak gösterisine başladılar, devam ediyorlar". Bayram ? "19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı" idi bunun nedeni. Gerçi ne alakaydı bu tarz bir rüya görmem onuda hiç bir zaman anlıyamıyacağız sanırım. Rüyalar her zaman çok garip. Hepimiz için belki de.. Habercisi olduğuna inandığımız olaylarda olmuyor yada gerçekleşmiyor da değil hani. Pek çok kez rastlaştım bu duruma. Ve yine gülümsedim olduğunda. Uyandım. Hani şöyle bir düşünce vardır "Sabah, sabah ne dinlesem gider şimdi, beni ne açar, ne uykumu getirir, ne dinlemeliyim vs. vs.". Bu soruyu kendime sormuyorum. En azından psikolojik durumumu düşünüpte açtığım müzikleri saymayalaım. Ne açtım ? "Windy And Carl" ikilisini. Pek çoğumuza göre, sabah sabah uykusunu tekrar getiricek olan bir müzik icra ediyorlar. Karanlığa yakın bir Ambient, Drone, Experimental, Shoegaze, Post Rock karması olan müzikal anlayışlarında ki samimiyeti, herşeyi ağırdan almalarını, sözlerin hep geri kalmasını, bolca ses üretmelerini ve pazar günleri sabahı olan o insansız, telaşsız, sessiz ve donuk gözlerle size bakan iki çift göz misali halini çok seviyorum sokakların. Öyle mutlu oluyorum ki. Caddeler de yere uzanmak istiyorum belki de. Yoksa insanları sevmiyormuyum ? Çok sıcak kanlı, samimi, paylaşımcı, yardım sever, ara bulucu vs. vs. gibi tanımlamalar duydum birilerine beni anlatırlarken. Öyleyimdir de.. Ama her daim bin tonluk bir yalnızlıkla yapıyorumsanırım tüm bunları ve öyle gösteriyorum görülen yerlerimi..
19 Mayıs 2002 sabahıydı. Erkenden uyanmalıydık ve bazılarına göre oturduğumuz kasabada ki en entel tipler olaraktan toplaşıp, öylesine gezip muhabbet etmeliydik. Uyandık da. Uyanmanın öncesi hava kararmıştı ve ben o gördüğüm açık yeşil tonları olan, gördüğümde vurulduğum tişörtü almalıydım. O yaşıma kadar ilk defa bu kadar güzel bir tişörte sahip olucaktım. Hiç yapmadığım bir şeyi yapıp babamdan o tişörtü almak istediğimi ve para istediğimi söyledim. Bu bile kendimden büyük ödün verdiğim anlamına gelmişti. Ama almalı ve üzerimde görmeliydim. Benim olmalıydı. Kapanan tezgahı açtırmak zorunda kaldım sırf o tişörtü alabilmek için ve biraz da anlayış göstermeleri için yakardım tişörtü satan karı-koca'ya. Halimi anlayıp, olduğu yerden çıkarıp bana verdiler ve alışveriş bitmişti. Sabah olmuş, güneş ışınlarını pencereme vurmuş, bir an önce kalkmıştım. Hafif soğuktu ama sadece o tişörtü giymeliydim. Giydim ve dışarıya çıktım. Günün ve dış dünyanın aydıklık olmasıyla, tenimin beyazlığı ve tüylerimin sarılığından gelen parlaklıkla olağanüstü görünüyordum. Tişört benim için daha büyük değere binmişti ve gerçekten çok yakışmıştı. Yolda giderken hep dükkanların vitrininden kendime baktım sanırım.. her zaman ki gibi. Kendimi seviyorum evet. Bencilliğin yakınından geçmeyen bir sevgiyle.
Ve 4 kız, 4 erkek olarak buluştuk. Bayram yerinde öylece gezip muhabbet ettik, yüzlerce kişinin arasında. Ama kasabada dikkat eken 3 erkektik. Saçlarımız uzun, iki tanemiz küpeli, allaha şükür yüz güzelliklerimiz de yerindeydi ve ülkü ocağı tayfasının baş gıcık olan tipleriydik. Aldırmıyorduk. Buluştuğumuz da, aldığım ve artık benim olan tişörtüme yapılan yorumlar ve ne denli yakıştığını onlardan duyduğum sesli sözleri, her zaman ki mütevaziliğimle kabul edip gülümsemiştim..
Sonra şöyle bir ses geldi ve olduğumuz yer bayram yerinin çıkış taraflarındaydı ki insan da azdı. "Şişşt! Koray bir gelsene, bir şey konuşucağız". Bende arkadaşı olarak yanlarına gittim ve onlar 4 kişi ülkü ocağı adamlarından hatta 1 tanesi en pis adamıydı. Sonuçta bayram yeriydi ve anca 2 laf söyleyip giderler diye düşünüyorduk. 3 Erkek onların yanındaydık. 1 Tanemiz ise daha önceden onlarla ufak bir tartışması olmuştu. O yüzden yanımızdan gitmiş ti. 4 Kız ise bizi hemen karşı kaldırımdan izliyordu meraklı gözlerle.. Onlar devam etti: "Anama küfretmişsin Koray bıdı bıdı bıdı (Ki genel anlamda ülkü ocağı tayfasının en unutulmaz ve kilişe ötesi bir lafıdır bu, sevmediği bir adamı tartaklayabilmesi için küçük beyinlerin yapabileceği en büyük cümle belki de)
- Ne küfretmesi kardeşim. Ben seni tanımıyorum bile (Ki elbette şahsen tanımıyordu/tanımıyorduk)
- Kes çeneni anama küfretmişsin diyorum, sen nasıl küfredersin laan. Çat! (Surata bir tokat).
Bu arada bunu yapan elemanı ilk okuldan tanıyordum. Karşı sınıfımdaydı sadece ama o zamandan belliydi cüssesi ve ensesi kalın olucağı.. O an öyle bir tokat ses geldi ki birebir hiç bir zaman öyle bir ses duymamııştım ve bir daha da hiç duymadım da. Eli çok ağırdı.
- Seni tanımıyorum diyorum. Naapıyorsun ?
- Kes lan sesini, Nasıl küfredersin bıdı bıdı bıdı. Çat! (Bir okkalı tokat daha)
- Bak seni biliyorum. Sanayi de çalışıyorsun, hiç iyi olmıyacak bırak diyorum. (Ki eskiden ülkü ocağından bir sürü arkadaş edinip sonradan kendini ordan çeken ve 360 derece boyut değiştiren bir adamdı Koray. Arkası halen istese sağlamdı belkide. Hatta bir eniştesi vardı, herkesi tanıyan cinsinden hani)
Ben.. Hiç bir şey yapamamamın verdiği donuklukla sadece bakabiliyordum ve karşımızdaki kız arkadaşlarımızda telaşlıca bakıyorlardı. Hafiften duruluyor gibiydi muhabbet ve kızların yanına gidip 2 kelam edip geri dönmüştüm onların yanına. Bu sefer o en pisleri olan hani, benimle konuşmaya başlamıştı. Ki daha öncelerinden bir kaç muhabbetim olmuştu ufak çaplı kötü olmayanından. O an dediklerini pek hatırlamıyorum. Kısa olan boyumun omzundan tutup hemen yanlarında duran beyaz arabaya doğru yürüdüğümüzü hatırlıyorum. Tip ve müzik dinleme anlamında gayet normal olan arkadaşım ise sadece olanları izliyor ve bir şey yapamadığı için sinir oluyordu. Derken.. Çat, çat, çat diye 3-4 defa en okkalısından tokatlar yemiştim ve biri sol kulağıma gelmişti. Aşırı çınlıyordu. O an dediği hiç bir şey duyamadım o yüzden. Hemen yanında ki ben boylarda olan arkadaşıda bir kaç tokat salladı yüzüme. Doymuyor, vurdukça vuruyor bir yandan klasik ve içinde her daim İBNE kelimesi geçen o küfürlerinden yapıyorlardı. Saçlarım uzundu ve tokam ucu ucuna tutuyordu. Burnumdan oluk oluk kan akıyor, üst dudağım neredeyse patlama anına gelmişti.. Sadece yürüdüğümü ve Koray'ın "yapmayın, yapmayın, bırakın onu" gibi laflar söylediğini hatırlıyorum. Arkamdan küfretmeye devam ediyorlardı. Normal tipli arkadaşım da ben yürürken onlara 2-3 laf etmiş ve ona bir şey yapmamışlardı..
Tişört.. Tişörtüm dü hani. Her yeri kan olmuştu.. Yeşille kırmızı karışmış ortaya berbat bir şey çıkmıştı. Artık onu sevemezdim, giyemezdim. Hep o anı hatırlıyacaktım ve aileme bu durumu söylemiyecektim. Polis hiç bir işe yaramıyordu çünki. Biliyorduk. Onlara yapmaya devam ediceklerdi yapıcaklarını. Çoktular. Çok. Biz ise fazladan azdık. Az.
İlk bulduğumuz çeşmede suratımdan kanları temizlediğimi, saçlarımı toparladığımı ve o esnada yine 4 kız, 4 erkek olarak bir cafede şoku atlatmaya çalıştığımızı hatırlıyorum. Kızların hepsi gayet şokta "Ah canım, allah kahretsin onları, bazen bakamadım yüzümü kapattım" gibi laflar ediyorlardı. Sadece biri, bana yanık olanı: "Yoo, ben gayet baktım valla herşeye, hiç de yüzümü kapamadım" dedi. Daha sonra ki günlerde peşimizi uzun süre hiç bırakmadı ülkü ocağı tayfası, nerede birimizi görseler girişmeye başladılar. Hiç bitmeyecek gibiydi, psikolojiken batık durumdaydık. İntihar vs. herşeyi düşünür olmuştuk belki de. Dışarı çıkaamıyor, int. cafeye bile belirlediğimiz sokak aralarından gidiyorduk. Öyle yapmamız gerekiyordu. Onları gördüğümüzde hemen yol değiştiriyor, ya bir yere saklanıyor ve her zaman korkuyorduk. Polis halen hiçti bizim için. Daha sonra ki olan bir olayda polise gidildi de ne oldu. Hiç bir şey.. Yapıcaklarından vazgeçmeyen bir çoğunluk söz konusuydu. "Ne yani sırf sizi tipiniz için mi dövdüler, siz hiç bir şey yapmadınız mı" gibi çok leziz bir de soru sormuşlarmış hatta.
Daha sonraları öğrendim ki, ben çeşmeye doğru yürüdüğüm esnada kızlarda arkamızdan geliyorlarmış, onlar ise: "Hadi şunları bir daha dövelim bıdı bıdı bıdı" diye söylenip arkamızdan geliyorlarmış ki kızlar da hemen yol değiştirip bayram yerine doğru yürümüşler ve onlarda arkamızdan gelmekten vazgeçmişler. Herhalde kızlara rezil olduk onlarda bizi umursamayıp gezmeye devam ediceklerini düşündükleri için arkamızdan gelmemişler sanırım.. Hani o bana yanık olan kız ise bir süre sonra o tayfaya yakın biriyle çıkmaya başladığını duydum benden yüz alamadığı için belkide. Garipti. Onlara normal gelen tipli arkadaşımın bekar evine gidip tişörtü çıkarmış ve başka bir tişört giymiştim. O tişörtte o evde kalmıştı ve bir daha giyemiceğimi belirtmiştim ev sahibine ve kendime. Yıllar sonrası rastladığım bir fotoğrafta gördüm o tişörtü. Ev sahinin kardeşi giymiş, arkasını doğayı aldığı ve gülümseyen bir poz vermişti. Sadece baktım, baktım ve baktım..
Yazıyı yazarken aslında çok garip ama bana garip gelmeyen ve bu tür duurmlara alışık olduğum bir durum oluştu. "Windy And Carl" dinlediğimden bahsetmiştim hani ve o çalıyordu o esnada. Tam da "Tokatların biri kulağıma gelmiş ve kulağım aşırı çınlıyordu" kelimesini yazacağım anda dinlediğim şarkıdan aynı türde bir ses geldi.. Sadece gülümseyip yazıya devam ettim.
Bir misyonerin oğlu olarak Brezilya topraklarından doğan gitarist-vokalist "Arto Lindsay" Amerikan vatandaşlığına üniversiteye gitmek için geçmiştir. 1978 dönemi kurulan "No Wave" olayı "DNA" pek uzun soluklu bir proje olamamış ama seven insanlarca çok fazla etkileşim bırakmıştır. Bayan davulcuları "Ikue Mori" 17 Aralık 1953'te Tokyo'da helloyu çakmış, 2000 yılında yanına "Sonic Youth"dan "Kim Gordon"ı, yine önemli bir isim olan "Dj Olive" ile bir üçlü olmuş ve SYR serisinden "SYR 5" olayına adlarını müzik tarihine kazımışlardır ki merak edenler için Ychorus içi bir aramaya davet veririm.
Sonic Youth - SYR 5 olarak. Bassistleri olan 1952 Ohio doğumlu "Tim Wright" ise New Wave, Post Punk, Experimental Rock, Art Punk tadlarını dokunuş yaptıran Ohio'lu grup "Pere Ubu" güzelliğine rastgelmiştir. "Arto Lindsay" zaten çok üretken biri olaraktan solo albümlerine imza atar ama ne hikmettir ki "DNA" tadıyla uzaktan, yakından alakası olmayan ama yinede çok leziz olan huzursal kayıtlar yapar. Çalıştığı bazı isimler ve albümlerde çalan konuk müzisyenleride şöyle bir sıralayıp yazıyı bitirmek istiyorum artık. Ayrıca bir not düşmekte fayda görüyorum ki o da, 1973'te kurulan ve onlarca Punk tadlı projelerin sahne aldığı ama 2006'da kapanmak zorunda olup pek çok insanı hüzüne boğan, o güzelim mekan "CBGB "de verilen bir konser esnasında kayıt altına alınmıştır. Albümün basılış tarihi 1993'tür ama elbette konser o zaman verilmemiştir. Zaten 1982 dönemi bu grubun bir arada olmasının üstüne bir el fatiha çoktan okunmuştur.
"Arto Lindsay" ile çalışmayı gönül borcu bilmiş olan insanlar: John Zorn, Marc Ribot, Ryuichi Sakamato, Brian Eno, Peter Scherer, Vernon Reid, Bill Frisell, Blonde Redhead'den Amadeo Pace ve es geçilemiyecek güzellik Ambitious Lovers projesinden baş adam olmayı uygun görmüş 1984-1991 arası 3 albüm kaydetmiştir. Lounge Lizard kadrosunda yer almış, daha pek çok yere imzasını basmıştır.. Offical Website:
http://www.artolindsay.com/"DNA".. Dağınıktır, kirlidir, rahattır, hırçındır, salmışlıktır, kan dolaşımıdır, haykırışdır, isyandır, güçtür, yerlerde süründürür.. bazende güldürür.
Dimdip Not: Yazıyı yazmam 3 saat sürdü, dinlediğim albümlerde şunlardı:
Windy And Carl -
Windy And Carl -
Xela -