Brian - We Close 1-2 (Elefant Records, 1999)
Düğme
Hayatta zor anlar vardır. Geçen hafta düğmemin koptuğu an da bunlardan biriydi. Dikiş dikmeyi beceremem. Hiç öğrenemedim. Üstelik meret bu sefer en olmayacak yerde, en olmayacak şekilde koptu. Öyle kalabalık bir otobüsteydim ki, nereye uçtuğunu bile göremedim.
Neyse ki Beşiktaş kara suları içindeydim. Beşiktaş’ta biliyorsunuz denizaltı bile arasanız var. Öyle bir semtimizdir yani. Bence yasaklanmalı. Çünkü insanı her şeye çare bulunabileceği yolunda yanlış fikirlere sevk ediyor.
Bu sefer çareyi nerede bulabileceğime dair bir fikrim vardı. Ne aradığını bilen insanların kararlılığı ile yürümem beklenirdi aslında. Ama elbisemin düğmesi çok biçimsiz bir yerden kopmuştu. Onun için sırtımı duvara vererek mesleğe o gün başlamış bir gizli ajan edasıyla hedefe doğru sinsi sinsi ilerledim.
Tuhafiyecide beni tuhaf bir kadın karşıladı. İnsan işine ancak bu kadar yakışır, diye düşündüğümü hatırlıyorum. “Düğmeniz kopmuş,” dedi makyajla irileştirilmiş gözlerini daha da açarak. Bir şeye baktığında önce eksikleri fark eden insanlara pek güvenmem. Bilgisi gözle görünen şeylerle sınırlı pratik kişilerdir bunlar. Bu kadın da öyle birine benziyordu. Kopmuş düğme meselesine parmak bastıktan sonra, “bacaklarınız çarpık, saç kesiminiz berbat, ha bir de kaşlarınız birbirine fazla yakın” demesini bekledim.
Ama o hızla bir takım kutuları raflardan indirmeye başladı. Onları bir süre dalgın dalgın karıştırdıktan sonra, bana bir düğme uzattı. Evet, belki bir teorisyen sayılmazdı, ama işinin ehli olduğunu teslim etmek gerekiyordu. Düğmeyi eliyle koymuş gibi bulmuştu. Çünkü muhtemelen eliyle koymuştu. Fakat böyle şeylere pek de takılmamak lazım aslında.
Önemli olan düğmenin bulunmuş olmasıydı. Hemen oracıkta dikmek istedim. Dükkan fazla kalabalıktı. Çıkmak için can atıyordum. “Soyunmadan olmaz,” dedi kadın yine gözlerini açarak. Bu sefer gerçekten korkmuş gibi görünüyordu.
Telaşımdan en basit şeyi akıl edememiştim. İlik öyle ters bir yerdeydi ki, elbiseyi çıkarmadan düğmeyi dikmem mümkün değildi. Çinli bir jimnastikçi olsaydım belki. Ama değildim. Tuhafiyeci kadın da bunun farkındaydı. Sürmeli gözler kısılıp beni küçümseyerek süzdüler. Teori falan bir yere kadar, der gibiydiler. İnsanın pratik zekası olmayınca böyle apışıp kalırdı işte. Ben kendimi ne zannediyordum?
Yaptığım aptallıktan öyle utanmıştım ki, çengelli iğne istemek bile aklıma gelmedi. Düğmeyi cebime koydum. Yenilmiştim. Kabul etmek gerekiyordu. Parayı tezgahın üzerine bırakıp kapıya doğru yürüdüm.
Fakat tam o sırada, kırlaşmış saçlarını “a la garson” modeli kestirmiş bir teyze beni kemerimden yakalayıverdi. Ne olduğumu anlayamadan, kendimi neredeyse kadının kucağında buldum. “Dur gitme, ben dikerim,” dedi bana. Sesinde bir görmüş geçirmiş bir subayın otoritesi vardı. Tuhafiyeci de bunu hissetmiş olacak ki, isteksizce iğneyi ipliği hazırladı. İki dakika içinde düğmem dikilmiş, kriz çözülmüş, hayat yeniden normale dönmüştü.
Otobüste yeni dikilmiş düğmemi elimle yoklarken, bu küçük olaydan neden bu kadar etkilendiğimi düşündüm. Dalgacı halim uçup gitmişti. Hatta bir yavaşlık gelmişti üzerime. İnsanın beyni kimi anıları çekip çıkarmak için yüksek devirde çalışmaya başlayınca bazen olur bu. Hareketleriniz ağırlaşır.
Teyzenin buyurgan sesinde, düğmeyi dikerken beni evirip çevirmesinde, kıpırdanmamam için ikaz edişinde tanıdık bir şey vardı. Unuttuğumu sandığım bir yakınlıktı bu. Çocukken pantolonumun dizi yırtıldığında, astarım söküldüğünde ya da cebim delindiğinde (hep tıka basa doldurduğum için bu sonuncusu çok sık olurdu) annem ya da anneannemin beni önlerine oturtup sökülen yeri nasıl onardıklarını hatırladım.
Annem bu alışkanlığı ben yetişkin bir kadın olduktan sonra da sürdürdü. Direnir gibi yapsam da, bu dikiş teranesi aslında hoşuma giderdi. Anneme fiziksel olarak yakın olabildiğim nadir anlardan biriydi. İşi bittikten sonra o sırtımı okşayarak “hadi bitti, kalk bakalım” derdi, ben de bazen lafı uzatır onun dizinin dibinde azcık daha oyalanırdım. Artık kaybedilmiş bir çocukluğun sıcaklığında biraz daha durabilmek için.
Çocukluk denen şey en nihayetinde anne hasreti değil midir?
Benim hasretim de tuhafiyecideki teyzenin temasıyla uyanıp başını kaldırmıştı. Düğmem dikilirken belli ki başka dikişler açılmıştı. Çoktan unuttuğumu sandığım dikişlerdi bunlar.
Annemin tamir edebileceği dikişler. Burada olsaydı eğer.
Neyse ki Beşiktaş kara suları içindeydim. Beşiktaş’ta biliyorsunuz denizaltı bile arasanız var. Öyle bir semtimizdir yani. Bence yasaklanmalı. Çünkü insanı her şeye çare bulunabileceği yolunda yanlış fikirlere sevk ediyor.
Bu sefer çareyi nerede bulabileceğime dair bir fikrim vardı. Ne aradığını bilen insanların kararlılığı ile yürümem beklenirdi aslında. Ama elbisemin düğmesi çok biçimsiz bir yerden kopmuştu. Onun için sırtımı duvara vererek mesleğe o gün başlamış bir gizli ajan edasıyla hedefe doğru sinsi sinsi ilerledim.
Tuhafiyecide beni tuhaf bir kadın karşıladı. İnsan işine ancak bu kadar yakışır, diye düşündüğümü hatırlıyorum. “Düğmeniz kopmuş,” dedi makyajla irileştirilmiş gözlerini daha da açarak. Bir şeye baktığında önce eksikleri fark eden insanlara pek güvenmem. Bilgisi gözle görünen şeylerle sınırlı pratik kişilerdir bunlar. Bu kadın da öyle birine benziyordu. Kopmuş düğme meselesine parmak bastıktan sonra, “bacaklarınız çarpık, saç kesiminiz berbat, ha bir de kaşlarınız birbirine fazla yakın” demesini bekledim.
Ama o hızla bir takım kutuları raflardan indirmeye başladı. Onları bir süre dalgın dalgın karıştırdıktan sonra, bana bir düğme uzattı. Evet, belki bir teorisyen sayılmazdı, ama işinin ehli olduğunu teslim etmek gerekiyordu. Düğmeyi eliyle koymuş gibi bulmuştu. Çünkü muhtemelen eliyle koymuştu. Fakat böyle şeylere pek de takılmamak lazım aslında.
Önemli olan düğmenin bulunmuş olmasıydı. Hemen oracıkta dikmek istedim. Dükkan fazla kalabalıktı. Çıkmak için can atıyordum. “Soyunmadan olmaz,” dedi kadın yine gözlerini açarak. Bu sefer gerçekten korkmuş gibi görünüyordu.
Telaşımdan en basit şeyi akıl edememiştim. İlik öyle ters bir yerdeydi ki, elbiseyi çıkarmadan düğmeyi dikmem mümkün değildi. Çinli bir jimnastikçi olsaydım belki. Ama değildim. Tuhafiyeci kadın da bunun farkındaydı. Sürmeli gözler kısılıp beni küçümseyerek süzdüler. Teori falan bir yere kadar, der gibiydiler. İnsanın pratik zekası olmayınca böyle apışıp kalırdı işte. Ben kendimi ne zannediyordum?
Yaptığım aptallıktan öyle utanmıştım ki, çengelli iğne istemek bile aklıma gelmedi. Düğmeyi cebime koydum. Yenilmiştim. Kabul etmek gerekiyordu. Parayı tezgahın üzerine bırakıp kapıya doğru yürüdüm.
Fakat tam o sırada, kırlaşmış saçlarını “a la garson” modeli kestirmiş bir teyze beni kemerimden yakalayıverdi. Ne olduğumu anlayamadan, kendimi neredeyse kadının kucağında buldum. “Dur gitme, ben dikerim,” dedi bana. Sesinde bir görmüş geçirmiş bir subayın otoritesi vardı. Tuhafiyeci de bunu hissetmiş olacak ki, isteksizce iğneyi ipliği hazırladı. İki dakika içinde düğmem dikilmiş, kriz çözülmüş, hayat yeniden normale dönmüştü.
Otobüste yeni dikilmiş düğmemi elimle yoklarken, bu küçük olaydan neden bu kadar etkilendiğimi düşündüm. Dalgacı halim uçup gitmişti. Hatta bir yavaşlık gelmişti üzerime. İnsanın beyni kimi anıları çekip çıkarmak için yüksek devirde çalışmaya başlayınca bazen olur bu. Hareketleriniz ağırlaşır.
Teyzenin buyurgan sesinde, düğmeyi dikerken beni evirip çevirmesinde, kıpırdanmamam için ikaz edişinde tanıdık bir şey vardı. Unuttuğumu sandığım bir yakınlıktı bu. Çocukken pantolonumun dizi yırtıldığında, astarım söküldüğünde ya da cebim delindiğinde (hep tıka basa doldurduğum için bu sonuncusu çok sık olurdu) annem ya da anneannemin beni önlerine oturtup sökülen yeri nasıl onardıklarını hatırladım.
Annem bu alışkanlığı ben yetişkin bir kadın olduktan sonra da sürdürdü. Direnir gibi yapsam da, bu dikiş teranesi aslında hoşuma giderdi. Anneme fiziksel olarak yakın olabildiğim nadir anlardan biriydi. İşi bittikten sonra o sırtımı okşayarak “hadi bitti, kalk bakalım” derdi, ben de bazen lafı uzatır onun dizinin dibinde azcık daha oyalanırdım. Artık kaybedilmiş bir çocukluğun sıcaklığında biraz daha durabilmek için.
Çocukluk denen şey en nihayetinde anne hasreti değil midir?
Benim hasretim de tuhafiyecideki teyzenin temasıyla uyanıp başını kaldırmıştı. Düğmem dikilirken belli ki başka dikişler açılmıştı. Çoktan unuttuğumu sandığım dikişlerdi bunlar.
Annemin tamir edebileceği dikişler. Burada olsaydı eğer.
Meltem Gürle / 13. 05. 12 / BirGün gazetesi
Brian - We Close 1-2 (1999)
A1We Close 1-2
A2Cabaret Band (Demo)
B1Light Years
B2Under The Floorboards
Limit Doldu / "limit has been reached"
Limited Download: 21